ALLAH İŞİNİ İYİ YAPANI SEVER
GİRİŞ:
İşi yapmak, insana özgü bir yetenektir. İşi güzel, estetik, tam kıvamında ve sağlam yapmak ise işini benimsemiş sorumluluk sahibi kişilerin bir özelliğidir.
Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (1) diyen Yüce Allah’ımız bizlere her alanda daha iyiyi ve daha güzeli ortaya koymamızı öğütlememiş ve dinimiz baştan savma hiçbir tutum ve davranışı, gayesiz ve rast gele bir hareketi makbul görmemiştir.
İnancımızda sağlamlık, davranışlarımızda samimiyet, alışverişimizde doğruluk, aile hayatımızda, evlatlarımızın terbiyesinde hassasiyet, ibadetlerimizde ihlâs, velhasıl yapılan her türlü işte “kalite ve düzgünlük” dinimizin emrettiği güzelliklerdendir.
Cenaze namazına iştirak buyurduğu bir mümin için hazırlatılan mezarı inceleyen Peygamberimiz me¬zarın bir kenarında bir yarık görünce düzeltilmesini emir buyurur.Bu yarığın ölüye ne zararı var ki Ya Resûlallah? şeklinde soru yönelten kişiye de Kıyamet’e dek mümin-lerin ölçüsü olacak şu cevabı lütfeder:
Ölüye bir zararı yok ama çirkinliği dirilerin gö¬züne ve gönlüne dokunuyor.
*****
“İHLAS” KAVRAMI İLE BAĞLANTI:
Konumuz ile ilgili araştırmalarıma başladığımda “mükemmellik”, “işini iyi yapma” terimleri beni “ihlas” kavramının yanı başına taşıdı. Şöyle ki; kulluğumuzun omuzlarımıza ağır geldiği şu ahir zamanda yükümüz ancak yaratanımızın sevgisi ile hafiflemektedir. Allah’ın bize olan sevgisiyle birlikte büyük bir uyarıyla da karşılaşıyoruz. Nedir bu? Bakara Suresi, 195. ayet-i kerimede ” … Yaptığınız işi güzel yapın; Allah, işini güzel yapanları sever.” Evet, Allah’ın bizi sevmesi için işlerimizi güzel yapmamız gerektiği ayeti kerimede apaçık görülmektedir.
MÜKEMMEL İŞİN ÖNCESİNDE NİYETTE VE GÖNÜLDE DE MÜKEMMELLİK
Yapılacak işin öncesinde niyetleniriz o iş için, bir programlama yaparız. Sadece işimizin yapılmasındaki düzgünlük değil, en baştan niyetimizin dahi sağlamlığı önemlidir.
Kemâlât yolunda ilerleyen bir derviş, gece vakti mescitte namaz kılarken yağmur yağmaya başlar. Gönlü bir an için evine yönelir. O anda mescidin köşesinden bir ses işitir:
“–Ey derviş! Kıldığın bu namazla bizim için bir şey yapmış olmuyorsun! Zîrâ sendeki güzel olanı (gönlünü) evine gönderdin, çirkin olanı (nefsini) burada bıraktın!” Dervişin yaptığı iş “namaz kılmak”. Amenna! Ama gönlündeki ufak bir sapma ile görülüyor ki yapılan iş heba oluyor. Bu sebeple diyebiliriz ki niyetimizle olsun, gönlümüzle olsun yaptığımız iş dört dörtlük olmalı, değil mi?Beden için rûh ne ise, amel için ihlâs da odur. İhlâssız amel, özden mahrûm kuru bir yorgunluktan ibârettir.
Huzur-i ilâhîden kovulan iblîs:
“Dedi ki: Ey Rabbim! And olsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.”
“Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna!” (2)
Ayette ifâdesini bulduğu gibi şeytan, ancak ve ancak ihlâsta zaaf gösterenlere musallat olabilmektedir. İhlâslı kullara ise, hiçbir te’sîri mümkün değildir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, şeytanın sözlerine karşılık şöyle buyurmuştur:
“İşte bana varan dosdoğru yol, bu (ihlâslı kullardan olmak yolu)’dur.”
“Şüphesiz ki benim kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin (ve nüfûzun)yoktur!. Ancak azgınlardan sana uyanlar hâriç!” (3)
“Elbette benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir te’sîrin olmayacaktır. (Zîrâ onları) koruyucu olarak Rabb’in yeter.” (4)
Kehf Suresi’nin 30. ayeti kerimesinde: Gerçek şu ki iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz işi iyi yapanların ecrini zayi etmeyiz.” müjdesini duymaktayız ve ilk takdiri de Zümer Suresi 18. ayetle alıveriyoruz. Bakınız gerek ibadetinde, gerekse şu dünya hayatındaki davranışlarında ince ayrıntılara önem verip de işi en güzel yapanlar nasıl takdir ediliyor:
“Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.”
*****
İHLAS KELİMESİ İLE BAĞLANTI:
Nitekim sevgili Peygamberimiz, “İhsân nedir, Ey Allah’ın Rasulü?” sorusuna “…Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmendir! “; her ne kadar sen O’nu görmesen de O, seni görüyor…” (5) şeklinde cevap vererek, yapmakta olduğumuz her işi Yüce Allah’ın görüp gözettiği ve amellerimizin O’na arz edileceği bilinciyle yapmamız gerektiğini haber vermiştir.
Dinimiz adeta bir hassas terazi dengesidir Sadece beşeri ilişkilerimizde değil, bir hayvan kesiminde dahi bizlere Allah ihsanı emretmiştir: “(Meşru bir sebeple herhangi bir) canlıyı öldüreceğiniz zaman güzelce öldürün. Hayvan boğazlayacağınız zaman güzelce boğazlayın. Böyle bir işe girişecek olanınız bıçağını iyice bilesin ve keseceği hayvanı rahatlatsın.” (6)
Dinimizce, yapılan işin güzel olabilmesi için niyetin düzgün olmasıyla birlikte kişinin; “işini güzel yapma” arzusu ve gayreti önemli görülmüştür. Bu arzu ve gayret insanı, işlerinde başarılı, kendini yenileyen, yapıcı bir niteliğe sahip kılar. Vicdanı temiz bir mü’min, hangi işte çalışırsa çalışsın “saatini doldurma” ve “baştan savma” şeklinde bir anlayışa sahip olamaz. Böyle bir anlayışla yapılan işten elde edilen kazancın helal olmayacağı da asla unutulmamalıdır.
Müslüman’ın iş hayatındaki en belirgin özelliği, işini düzenli ve en güzel biçimde yapmasıdır. Mü’min, fert, aile ve toplum olarak, hayatı anlamlı kılacak ve huzur ortamı oluşturacak güzel bir çalışma sergilemelidir. İlim adamı ilmî çalışmasında, tüccar ticaretinde, işçi iş yerinde, kamu görevlisi görev yerinde, kısacası herkes kendi işinde, dinimizin “işi güzel ve sağlam yapmak” olarak telakki ettiği ve öğütlediği “İHSÂN”ı hedeflemelidir.
*****
Yine bir başka nokta: İşimizi güzel yapmaya çalışmak ve dikkatli olmak zihnimizi de açmaktadır. Hafızanın da en iyi dostu dikkat ve rikkattir. Galibiyetler, çalıştıkça veya o iş üzerine yoğunlaştıkça inkişaf eder. Hafıza da, hafızayı yordukça açılır.
Anne-babanın, çocuklarına karşı ilk vazifesi, ilk yapması gereken davranış, ona güzel bir isim vermektir. Dikkat edilmelidir ki işimizi güzel yapma tavsiyesi hatta emri burada da karşımıza çıkmaktadır. Çünkü çocuk artık ölünceye kadar o isimle çağrılacaktır. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) çocuklara güzel isim verilmesini tavsiye buyurmuşlardır:
Ebû Derda’nın (r.a.) naklettiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Siz kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. Bu bakımdan çocuklarınıza, güzel isimler koyunuz.”
*****
Maun Suresinde “Feveylün lil musallin….” Diyor. Yani namaz kılanlara yazıklar olsun! Ayetin devamında “Onlar ki gevşeklik ederler.” diyor ayet-i kerime. Dikkat etmeliyiz ki yazıklar olsun sözü namazını kılmayanlar için denmiyor. Bizzat namaz kılanlar için söyleniyor.Sehün yani hafife alanlar… Namazını hafife alanlar, namazında gevşeklik yapanlar, birini kılıp birini kılmayanlar için söyleniyor. Yine önümüze tüm ihtişamıyla “işimizi güzel yapmak”, “işimizi dosdoğru yapmak” çıkmıyor mu?
Bir gün Peygamber Efendimiz (sav)’in yanında bir sahabi namazını kılıyormuş. Fakat tadili erkana uymadan, rükunları yerine getirmeden alel usul kılıyormuş namazını. Efendimiz(sav): “Kum fesalli feinneke lem tesıl!” (Kalk, tekrar kıl! Çünkü sen namaz kılmadın.) buyurur. İkinci sefer yine gelişi güzel kılar namazını sahabe, Peygamber Efendimiz(sav) ikinci sefer yine ikazda bulunur. Üçüncü sefer de gelişigüzel kılınca namazı, Peygamber Efendimiz(sav) üçüncü kez yine ikaz eder. Sahabe “Ben başka namaz kılmayı bilmiyorum.” deyince Peygamber Efendimiz(sav) de: “Şu kılışın üzere ölseydin, benim dinimden gayri bir din üzere ölürdün.” Konuşmamın en başında belirttiğim gibi, işi yapmak insana özgüdür, ama işi güzelce yapmak sorumluluk sahibi insanların özelliğidir. Sorumluyuz. İbadetimizden, kulluğumuzdan, ümmetliğimizden, anne babalığımızdan, evlatlığımızdan, ihvanlığımızdan sorumluyuz, sorumluyuz, sorumluyuz!
*****
Bir işi en güzel yapmak ne demektir?
En güzel demek, ilme yani şartlarına uygun ve ihlâsla yapmak demektir. Eğer o iş ilimsiz ve ihlassız ise güzel olması imkansızdır. İhlâs, yalnız Allah rızası için yapmak demektir. Bir kimsede ilim veya ihlâstan biri yoksa yapılan iş kıymetsizdir.
İlimsiz fakat ihlâslı işe, Hazret-i Mevlana şu örneği verir:
Ormanda bir ayının ayağı, kütük arasına sıkışır, kurtaramaz. Biri bunu görüp, ayının ayağını kütüğün arasından çıkarır. Ayı da kendisine iyilik eden bu adama, ormandaki arıların yaptığı petekleri alıp getirir. Adam balı yiyince orada uyumaya başlar. Fakat sinekler, adamın yüzüne konarak rahatsız eder. Ayı ise, adam rahat uyusun diye sinekleri kovmaya çalışır. Bakar kovmakla gitmiyor, sinekleri öldüreyim bari diye, kocaman bir taş alıp, adamın yüzüne konan sineklere vurur. Adamın başı ezilir. Ayı, ilim sahibi olmadığı için, sineklere vurduğu taşın adama zarar vereceğini düşünemez. Ayının niyeti iyi idi, yani ihlâslı ve samimi idi, ancak ilmi olmadığı için yanlış iş yaptı.
Büyüklerimiz, “Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel sapıklıktır.”buyurmuşlardır. İyi iş demek, ilim ve ihlâsla yapılan ve ahrette faydası görülen iş demektir.
Şu âyet-i kerime de, ahirette bize iyi işlerin fayda vereceğini bildiriyor:
(İnsana, ancak dünyada çalışıp [ihlasla] yaptığı işler [ahirette]fayda verir.) (7)
Şu iki hadis-i şerif de ihlaslı amelin önemini vurguluyor:
(Allahü teâlâ ancak ihlasla yapılan ameli kabul eder.) (8)
(İhlas ile yapılan az amel, kıyamette sana yetişir.) (9)
*****
SOSYOLOJİK VE FELSEFİ AÇIDAN:
Her varlığın bir yaratılış gayesi vardır. Her varlık bu yaratılış gayesinde fonksiyonunu, görevini yerine getirmektedir. Bizim de insan olarak yapmamız gereken çok şeyler var.
Rehavete kapılıp atalet içinde davranırsak yaratılış gayemize de uygun davranmamış oluruz. Hele ki misyonumuz, vizyonumuz varsa hem şahsi olarak görevimizi yerine getirmemenin hem de misyonumuzun bize yüklediği sorumluluğun vebalini taşımış oluruz.
Kısacası felsefi olarak değerlendirmek gerekirse şu makro âlemde mikro olarak fonksiyonum var diyorsak bu fonksiyonu en iyi şekilde yerine getirmemiz gerekir.
Geçmişte, dünyaya örnek olacak parlak bir medeniyet kurdukları için övündüğümüz atalarımız bu başarıya, ihlâs ve samimiyetle çalışarak, işlerini iyi yaparak ulaşmışlardır. Örneğin, asırlara meydan okuyan Mimar Sinan’ın şaheserleri, onun sanat dehasının yanı sıra, kılı kırk yaran titizliğinin ve işini en iyi şekilde yapma kaygısının bir sonucudur.
Bir toplumun gelişmişlik düzeyi aynen, bileşik kaplardaki suyun düzeyi gibidir. Nasıl ki birbirine bağlantısı olan bileşik kaplardan birine konulan su hepsinde aynı düzeyi gösterirse, bir toplumun çeşitli katmanları ve devletin farklı kurumları da aşağı yukarı buna benzerlik gösterir. Örneğin eğitim kurumları iyi çalışmayan bir toplumda hem bireyler hem de diğer kurumlar bundan olumsuz etkilenirler.
Bir de “ben” ve “öteki” sorunu var dünyamızda.
Herkes ben kısmını iyi gerçekleştiriyor; yemesine, içmesine, ibadetine dikkat ediyor, kendi dairesindeki olması gerekenleri tamamlıyor da ötekini düşünmek sırası geldiğinde “Aman sendecilik” başlıyor bu sefer. Bu noktada yine misyonu olan bizlerin sorumluluğunun bir kat daha artığı apaçıktır.
Sonra da vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına, ne mazeret çare olur ne de ilâç şifa verir.
Bir de, işlerin iyi gitmediği bir toplumda, her birey ya da her kurum, kendisinin iyi diğerlerinin kötü olduğunu söylemeye çok heveslidir. Bu durumda herkes başkasına akıl öğretmeye kalkışır. Kendisi başa geçtiğinde her şeyin düzeleceğini savunur. Ama hiç kimse, kendi görevini layıkıyla yapıp yapmadığını sorgulamaz. Öz eleştiri yapmak yerine kusuru başkalarında aramaya çalışır. Çünkü kötü gidişten sorumlu olanlar hep kendi dışındakilerdir. Bu kimseler için Ziya Paşa’nın,
“Anlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde”
(Onlar ki sözleri ile dünyaya nizam verirler, oysa onların hanelerinde bin türlü ihmal ve tembellik vardır.)beytini hatırlamamak imkânsızdır.
Halbuki bileşik kaplardaki su düzeyinin yükselmesi ancak ilave suyla mümkün olduğu gibi, yöneticisinden sade ferdine kadar, herkesin işini iyi yaptığı ve üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdiği, yani mevcut duruma ilave bir çabayla katkı sağladığı zaman, toplum da, devlet de hak ettiği yere kendiliğinden yükselecektir.
*****
“Bir genç, pâdişâhın kızının kapısına gelmiş ve kendisinin ona âşık olduğunu söylemişti. Haber pâdişâhın kızına iletilince hanım sultan kapıya geldi ve gence:
«–Al şu bin dirhemi de; bir daha bana da, sana da zarar verecek böyle bir şey söyleme.» dedi.
Genç vazgeçmeyince:
«–Öyleyse iki bin dirhem al!» teklifinde bulundu.
Nihâyet pazarlık on bin dirheme varınca, genç, kabûl etti. Bu durumu gören pâdişâh kızı:
«–Sen beni nasıl seviyorsun ki, gözün para pul ile kamaşıp beni görmez oldu. Beni benden başkasına tercih edenlerin cezâsı nedir biliyor musun?» dedi ve ardından sevgisinde samîmî olmayan gencin boynunu vurdurdu.
Bu hâli duyan bir ârif, düşüp bayıldı. Kendine geldiğinde şöyle dedi.
«–Ey insanlar! Bakın dünyâda sahte sevgilerin başına neler geliyor! Ya Hakk’ı sevdiğini iddiâ edip de ondan başkasına yönelenlerin başına âhırette neler gelmez ki…»”
Hazret-i Mevlânâ, bu kıssadaki hâli şu ifâdeyle ne güzel özetler:
“İnsana, aradığı şeye bakarak değer verilir.”
İhlâs, bütün ameller için zarûrî olan öyle yüce bir nîmettir ki, ona sahip olmadan kurtuluşun mümkün olmadığını ifâde için hadîs-i şerîfte şöyle buyurulur:
“İnsanlar helâk olur, âlimler kurtulur. Âlimler de helâk olur, amel sahibi âlimler kurtulur. Amel sahibi âlimler de helâk olur, ancak ihlâs sahibi olanlar kurtulur. Ancak bu ihlâs sahipleri de (bu dünyâda her an) büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır.”
Dinimiz güzellik dinidir. Herhangi bir kimseye red cevabı verilirken bile güzel ifade kullanmak emredilmiştir. Müslüman sözüyle, özüyle, davranışlarıyla, her haliyle güzeldir.
Sonuç olarak işini sağlam ve güzel yapmak, her şeyden önce fedakârlığı, ciddiyeti ve özveriyi gerektirir. En güzeli ortaya koyma idealini getirmiş olan yüce dinimizin çalışma hayatıyla ilgili ölçülerini bilerek, dengeli bir şekilde bunları her işimizde tatbik etmek hedefimiz olmalıdır. Unutmayalım ki bir kimsenin işini güzel yapması hayatı da güzel yaşamasıdır. Yapılan güzel işlerin ve davranışların da zayi olmayacağını Yüce Allah bizlere bildirmektedir.
Yâ Rabbî! Sen’in esrârından bir sır olan ihlâsın hakîkatine bizleri de nâil eyle! Bu lutfun şükrânlığı içerisinde sana kulluk eden evliyâullâhın gönül iklîminden bizlere hisseler nasîb ve müyesser kıl!
Âmîn!..
(1) Tin Suresi, 4
(2) el-Hicr, 39-40
(3) el-Hicr, 41-42
(4) El-İsrâ, 65
(5) Buhari, Müslim, “İman”, 37
(6) Müslim, Sayd 57; Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Tirmizî, Diyât 14; Nesâî, Dahâyâ 22,26,27; İbn Mâce, Zebâih 3.
(7) Necm 38, 39
(8) Dare Kutni
(9) Ebu Nuaym
Fazilet ÇATAL – Öğretmen
fazilet-catal@hotmail.com