CANLI KİTAPLARI OKUMAK

 

Her insan okunup anlaşılmayı bekleyen canlı bir kitaptır. Hani bazıları derler ya “hayatım roman” diye bunun gerçekliği vardır. Her insan keşfedilmeyi bekleyen birçok gizem ile doludur.

Son zamanlarda kitap okuma bayağı azaldı. Bilgi paylaşım zemini bulamayınca insana yük haline geliyor. Bir de beni gerçekten doyuracak kitap yok gibi nerdeyse. Bir cümle okuyor, birkaç paragraf hatta tefrika yazabiliyorum. Yazmak da doyurmuyor. Bu bilgileri geniş kitle veya özel, birebir insanlar ile paylaşmak, olgunlaştırmak, beyin fırtınası estirmek gerekiyor.

Kalıplar dar geliyor. Kabuk kırılmadan hayata doğulmuyor. Anne karnı veya yumurtanın içi gibi değil tabiî ki dış hayat… Ama o dış hayata çıkmadan, gerçekler ile buluşmak, açılım ve gelişim yapmak da mümkün olmuyor.

Aslında yazma da beni pek cezp etmiyor. Çünkü okuyanımız çok az… Okuyanların da konu paylaşımına dönük, geribildirim diye ciddi bir dertleri de yok… “Marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir” düşüncesi bu noktada beni ciddi kırıyor. Dünyaya açılım yapacak değerlere sahibiz, en yakınımızdaki kişi bile bunu anlamaktan aciz. O zaman, duruş sergilemek ve ısrarlı olmak öncelikle bize düşüyor.

Olumsuz arzu ve isteklerden uzak olabilmek, önce özde ve sözde sağlam olabilmek gerekiyor. Açılımların arkasında durabilmek, gerekiyor. Mücadele ve mücahedesiz bir açılım ve gelişim mümkün değil…

“İnsanın İletişim Haritası” dediğim açılım, bu canlı kitapları okuma başlığım ile direk irtibatlı. Bu tekniği, yaptığım özel görüşmelerde geliştirdim. Eğer siz insanı, bütün bağlantı noktaları ile ele almazsanız anlayamazsınız. Doğduğu ev, çevre, içinde yetiştiği aile, tecrübeler, eğitimler, öğretmenleri, okuduğu kitaplar, değer verdiği insanlar, etrafını kuşatan dış dünya, o anki psikolojik yapısına etki eden unsurlar…

Yaptığım görüşmelerde gördüğüm bir gerçek, çoğu defa şikâyet konusu ile çözümleme noktası farklıdır. Sözgelimi, şikayet konsantrasyon bozukluğudur. Biraz açılım yapar, güven zemininde görüşebilirseniz, mutlaka bir takıntı ve açmaz nokta vardır.

Canlı kitapları okuyabilmek, ilgi, alaka, güven ve birikim gerektirir. Birebir canlı kitapları okuyup anlayabildiğiniz ölçüde toplumu anlayabilirsiniz. Ferdin dünyasında açılım ve güzelleştirme yapmayı ben peyzaj mühendisliğine benzetirim. Sizin gerçeklerinizi, sizinle beraber, memnun kalacağınız şekilde düzenlemek…

Görüşmelerde, ‘siz öyle diyorsunuz ama bu da var’ denildiği anda bizim size verebileceğimiz biter. Mutlaka her şeyi en ince detayına kadar, yetişmiş, güven duyabileceğiniz kişiyle paylaşmanız gerekir. Bu çok ciddi bir iştir. Cesaret ister, özgüven ister. En önemlisi, bu bilgilerin, özel hayatınızı olumsuz şekilde etkilemesi tehlikesinden uzak olmanız gerekir. Bir furya olarak TV’lerde canlı olarak sunulan aile faciaları çözüme değil çözümsüzlüğe odaklıdır. Hep merak etmişimdir, birebir paylaşılması zor konular nasıl canlı yayınlarda ekran karsısında konuşulabilir. Bunun cevabın tam olarak bulabilmiş değilim…

Bana göre, “Rehberlik ve Danışmanlık”, bilgi ve tecrübe çerçevesinde, muhatap ile birlikte, profesyonel hayat tarzı dizaynıdır. Bu kişiye, aileye, kurumlara, toplumlara hatta dünyaya uygulanabilecek açılımlara sahiptir.

Bütün insanlığın karanlıklardan aydınlığa çıkarılması için gönderilen bir kitaba sahip olan için bu çok basittir. Önemli olan her şeyin sahibine teslim olabilmektir. Adını taşıdığımız değerleri hayata geçirebilmektir. Bu yaklaşım çağımızın hastalığı ideolojiler ile karıştırılmamalıdır. İdeolojiler kişilerin egolarından kaynaklanır. Bütün insanlığa mesaj ise, yarattığını en iyi bilenin açılımlarıdır. Ancak bunu hissedebilecek kalp, anlayabilecek beyin gerekir. Çözümleyebilecek gönül zenginliği ve hakikat sevgisine ihtiyaç vardır. Ayrıba bu güzellikleri, hayata geçirebilecek, gördüğünü kalbi yalanlamayan açılım ve çözüm getirebilecek insanlara ihtiyaç var. Her şey Bir’den başlar. O bir ne kadar sağlam ve güçlü olursa netice de o kadar güçlü olur. O Bir tevhidin de temelidir.

Bu açılıma, “tohumun toprak ile buluşması” diyorum. “Mutlak kemale masruftur.” Çürük tohum yetişmez ve meyve de vermez. Toprak verimsiz olursa tohumu çürütür. Eşyayı yerinde kullanmamak en büyük zulümdür. Kişiler de verimli olabilecek yerlerde istihdam edilmelidirler. Verimsiz yerlerden göç edebilmek de tarihi ve sosyal bir vazife haline gelebilir. Bu bir macera arayışı değildir. Tarihi ve sosyal bir sorumluluktur. Hayırlara vesile olması temennisiyle…

Bir yanıt yazın