DAVRANIŞLARDA DENGE

Farklı unsurlar arasındaki âhenk demek olan denge, kainatın nizamı için ne kadar önemliyse, insan için de o kadar önemlidir. Davranışlardaki denge; zihnî, duygusal ve davranışsal uyum  neticesi kazanılan istikrarı ifade etmektedir. Bu anlamda insan ne melektir ne de şeytan; sadece iyi ve kötü tarafları bulunan ve bunlar arasında şu veya bu seviyede denge kurmaya çalışan bir varlıktır.[1]

İnsanın fizikî ve duygusal açıdan kendine göre bir dengesi vardır. Ayakta durabilmek için dengeye ihtiyaç olduğu gibi, ruhi istikrara kavuşabilmek içinde ruhî dengeye ihtiyaç vardır. Bu denge bozulduğu zaman kişi, onu yeniden kurmak için harekete geçer. Psikolojik dengesi bozulan insan, kendi iç aleminde rahat olamadığı gibi, toplum içinde de huzurlu olamaz. Çünkü sergileyeceği tavır ve davranışları kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkacağı için, ister istemez karşı tarafa büyük ölçüde problem olarak intikal edecektir. Kişisel bütünlüğe sahip olmayan kişilerin, istikrarlı bir davranış çizgisi sergilemesi zordur. Ancak kişisel bütünlüğün bir anlam ifade edebilmesi için evrensel değerlerin toplumun kültüründe yaşaması gerekir.

Kur’ân insanı, düşünce açısından da olgunlaştırmayı, kişinin tutum ve davranışlarında ölçülü ve dengeli olmasını hedefler. Kainat bir bütündür ve ondaki bütün güçler, fizikî ve psikolojik boyutlar bir dengeye, anlama ve bütünleşmeye yönelmiştir. İnsan da kainatın bir parçasıdır ve kendi içinde bu muazzam bütünü simgeleyen küçük bir evrendir. Kainatın özü olan insan, daima kendini bir bütün olarak görmek eğilimindedir.[2]

Kainattaki bütün varlıklar, bir denge içinde hareket etmektedir. Her grubun birlik ve intizamını, denge kanunu ayakta tutmaktadır. Toplumların dengesini sağlayacak olanlar da ancak hal, tutum ve davranışlarını kontrol edebilen kâmil insanlardır. Çünkü insan her davranışıyla ortama olumlu veya olumsuz olarak tesir etmektedir. Bu, toplumsal, ekonomik, ekolojik, psikolojik, ahlâkî gibi sahalarda kendisini hissettirmektedir. Denge, varlığın arzuladığı vazgeçilmez bir hal, sistemlerin hayat kaynağı olup düzeni gerektirmektedir. Düzen ise, insanın kendisi ve sosyal yapı arasındaki ilişkilerinin belirlenmesidir. Bu unsurlar iyi tespit edilerek yapılacak davranışlar, ferdin iç huzurunu sağlayacağını gibi toplumsal mutluluğu da temin edecektir. Düzenle irtibatlı olarak olgunluk ve cesaret, düşüncenin uygun şekilde dengelenmesiyle ortaya çıkar. İnsanın olgunluğu, ruh ve bedenin dengeli bir senteziyle mümkün olabilir.[3] Dengesizliklerin ortaya çıkardığı problemleri düzeltmek, dengeyi sağlamak için kullanılacak enerji ve gayretin çok daha fazlasını gerektirecektir.

İnsanın iç dünyasına nüfuz edemeyen sistemler, onun dengesini sağlamaya muvaffak olamazlar. Kalp, akıl ve nefis birlikte hareket edip aralarında bir kaynaşma olunca, insan davranışlarında bir bütünlük, bir denge ve tutarlılık meydana gelmektedir. İnsanın düşünceleri, dengeye kavuştuğu zaman eylemleri de sağlam ve emin olur. İnançlar, kişinin davranışlarını belirleyen birer eylem kaidesidir; aklın fonksiyonu ise, insana aktif itiyatlar kazanma imkânı sağlamaktır.[4] Disiplin, bir ferdin veya toplumların belirli kurallara uygun hareket ve davranışlarını ifade etmektedir. Din de, bir disiplin sistemi olarak, fertlerin ve toplumların hayatında önemli bir rol oynar. Dindar insan, hayatın gergin ipi üzerinde iyi bir dengeci olmak durumundadır.[5] Çünkü, denge ve düzen olmadan; huzur ve mükemmelliği yakalamak mümkün değildir. Düzen ise, kaos ifade eden çokluğu kendi etrafında toplayan bir mihver ve prensibe muhtaçtır. İnsan idrâki, hem kaostan korkar, hem esareti istemez. Bunun için, insanda kaostan kurtulma ve düzene ulaşma arzusu büyük bir ihtiras halindedir.[6]

Davranışlar, psikolojik bir alanda oluşur.[7] Günlük hayattaki davranışlarımızın çoğu amaçsız değil, belirli bir hedef ya da hedefleri olan davranışlardır. Her türlü davranışımızı akıl ve zekâ ile kontrol ederek dengelemeye ve normale sevk ederiz. Bu yönüyle akıl, insanda bir nevi dengeleme cihazı olarak karşımıza çıkmaktadır. Takvaya eren bahtiyar insanların bütün davranışları, denge ifade etmektedir. İnsan kendi geleceği ile ilgili olduğu ve geleceğinden kaygılandığı ölçüde rasyonel, istikrarlı, dengeli ve objektif olmaya mecburdur.[8] Daima çözümün bir parçası olan başarılı insanın her zaman bir programı, başarısız insanın da mutlaka bir mazereti vardır. Kur’ân, her iş ve davranışta; sosyal, siyasi, iktisadi hayatta, kulluk noktasında ve ferdin beşeri münasebetlerinde, hulasa her şeyde denge -orta yol- tavsiye etmiştir.

Bu hususta önemli bir kavram olan sosyal denge, ancak dengeli insanlardan oluşan toplumlarda görülebilir. Toplumun varlığına temel olan sosyal dengeyi, fert ve aile unsurunun dengeli oluşu sağlamaktadır. İnsan ve aile bozulduğu zaman; hem beşerî, hem de tabiî dengeler bozuluyor demektir. Kainat, insana bağlı bir manzumedir ve insan bu manzumenin dengesini sağlayacak yegane unsurdur.

İfrat/aşırılık ve tefrit/eksiklik kötülüklerin kaynağıdır. İtidal/denge ise, bizzat fazilettir. Bir anlamda davranışların kontrol merkezi olan kalp, Allah’ı zikirle itminana erdiği zaman dengeye kavuşmuş demektir. Artık böylesi kalp sahibi müminden, dengeli dini hareketler ve dengeli davranışlar zuhur eder. Vücudun motoru olan kalbin sükun bulmuş hali adeta dışa yansıyarak şu ayetin sırrı tecelli etmiş olur. “Onlar, iman etmiş ve kalpleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalpler Allah’ın zikri ile yatışır (huzur bulur).”[9] İnananların her şeyi dengeli olduğu gibi harcamaları da dengelidir. “Ve harcadıkları zaman, ne israf ederler ne de cimrilik ederler; harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur.”[10]

Kur’ânî ahlâka sımsıkı sarılan müslüman, dengeli bir insan olmak durumundadır. O, şu ayetin tecelliğâhı olma sorumluluğuyla hareket eder. “Böylece sizi insanlara şahit ve örnek olmanız için tam ortada bulunan (dengeli) bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahit ve örnektir.”[11]

Müslüman bütün hal ve davranışlarıyla bu dengeyi muhafaza etmek durumundadır. Rasülullah’ın konuya şahitlik etmesi de, O’nun sünnetlerinin yaşanmasıyla irtibatlandırılabilir. Dengelilik sadece iş ve eylemlerde aranmaz. Onun duygu ve düşünce planında da korunması lazımdır. Çünkü insan düşünceleriyle hareket eder ve çoğu zaman da duygularının etkisindedir. Duygu ve düşüncede ölçünün olmaması, insanın dengeli hareket etmesine engel olur, ahlâkî değer ve faziletleri bozar. Peygamberimiz de beşerî münasebetlerin temellerinden sevgi ve nefretteki dengeyi şöyle netleştirmiştir. “Sevdiğin kimseye karşı duyduğun sevgide aşırılığa kaçma, belki bir gün o kimse düşmanın olur. Düşman olduğun kimseye gösterdiğin düşmanlıkta da aşırı gitme, belki bir gün o kimse dostun olur.”[12] Mümin, her hal ve tutumunda dengeli olmaya çalışmalı, aşırılıklardan uzak durmalıdır.

Kişi ile çevre arasında bir gerilimin bulunmadığı ortamlarda, denge durumu kendini gösterir. Fenomonolojik çevre ile organizma arasındaki denge bozulursa, gerilim ortaya çıkar. Bu da birtakım güçlerin devreye girmesini gerektirir. Bu güçlerin amacı, dengeyi yeniden sağlamak ve onu korumaktır. İnsan davranışları, sürekli gerilim, denge ile dengesizlik arasında gider, gelir. Kişilik, kısaca organizma ile psikolojik alan arasında kurulan dengenin ve bütünlüğün niteliklerini kapsar.[13]

Dengeli davranışların temelinde, insanı istikamet üzere tutacak olan ulvî ve manevî değerler bulunmaktadır. Bu değerlerden şu veya bu sebeple mahrum olan insanların hal ve davranışları kendilerine huzur ve sükûn getirmediği gibi, toplum için de bir tehdit unsuru olabilmektedir. Davranışlarda dengenin sağlanması için; duygusal ve kişisel sorunlar çözülerek kişinin çevresiyle daha uyumlu ilişkiler kurması yolunda gayret edilmelidir. Dürüst ve dengeli bir davranışın ve iç huzurun gerçekleşmesi için büyük bir savaşın/nefis mücahedesinin yaşanması gerekir.[14] Dengeli davranışın oluşabilmesi için, zihinsel birliğin sağlanması ve derunî unsurların bir araya getirilmesi kaçınılmazdır. Gerçeğin inkar edildiği, kişisel bütünlüğün olmadığı ortamlarda kişinin hayatı anlamlandırma enerjisi giderek kaybolur ve davranışlarındaki denge bozulur. Dengenin olmadığı yerde değer yoktur. Ölçü ve dengenin olduğu her yerde ise, kalite vardır.[15]

Davranışların istikamet kazanıp denge bulması öncelikle, insanın her zaman kötülüklerden kaçınan ve iyiliklerden haz duyan bir karakter kazanması ile mümkün olabilir.[16] İnsan, Allah’ın koyduğu kurallara uymaz, başkaldırır, fesat çıkarırsa; ekolojik denge bozulduğu gibi, insanlık aleminin dengeleri de bozulur. Bozulma, fertten başlar ve bu bozulma nefsanî zevklere hitap ettiği için biraz daha çabuklaşır. Sosyal, iktisadî ve ahlâkî dengeleri kurabilmek için ferdin terbiyesine yönelmek gerekmektedir.[17] Kur’ân, bu dengelerden bir kısmı olan harcama dengesini şu ifadelerle dile getirmektedir. “Ve harcadıkları zaman, ne israf ederler ne de cimrilik ederler; harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur.”[18]  Bu ayette de görüldüğü gibi, denge hayatın bütün unsurlarını kapsamaktadır. İfrat ve tefrit kınanmıştır. İşlerin hayırlısı dengeli olandır. “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın.”[19]

Kalp, akıl ve nefis birlikte hareket edip, aralarında bir kaynaşma olunca; insanın davranışlarında bir bütünlük, bir denge ve bir tutarlılık meydana gelmektedir. Akıl, kalp ve nefis arasındaki denge bozulunca; kalite doğal olarak kaybolacaktır. İnsanın davranışlarındaki kalite, onun ruhsal dünyasındaki kaliteyle ve onun dayanağı durumundaki dengeyle yakından alakalıdır. Karşılıklı ihtiyaçlar arasındaki dengeyi sağlayabilmek, insanın huzur ve mutluluğunun anahtarıdır. İnanan kişinin, şükür haleti ruhiyesi içinde olabilmesi bunun garantisi durumundadır. Sahip olunanlarla övünme zihniyeti, bu denli rağbet gördükçe müslümanların bu güzellikleri yaşaması biraz zor gibi görünmektedir. Dürüst davranışlı, dengeli ve istikrarlı kişiler geçici mutluluğa değil, sürekli ve güvenli mutluluğa erişirler. Geçici zevk ve sefalar, daha sonra içinden çıkılmaz bunalımlara kişileri sürüklemektedir. İnsan, hangi mevkide olursa olsun; uyumlu bir hayat yaşayabilmek için, ahlâk kaidelerini gözetmek durumundadır.[20]

Dengeli ve seviyeli davranışlarla, sıradan bir insan olmaktan uzaklaşınca; sıradan insanlar sizden uzaklaşır, ancak değerlere önem verenler size yaklaşır. Böyle zamanlarda sıradan insanlar arasında kendinizi yalnız hissedebilirsiniz. Bu durumda kişi, kimin yoldaşlığını istediğine karar vermelidir. Kendinin değil, diğer insanların beklentilerine göre yaşayanlar, sıradan bir insan haline dönüşür.[21] Sıradan insanları sizden uzaklaştıran süreç, sizi kendinize ve değerlerinize yakınlaştıracak olan süreçtir. Tutarlı ve topluma uygun insan tipi, dengeli toplumlar için geçerli olan bir kavramdır. Bedeninin dilini anlamaya başlayan kişi, kendi hayat tarzıyla ilgili daha yerinde kararlar verebilecek duruma gelir.[22] İyi ve olumlu davranış; insanların toplu halde iyi geçinmesini sağlayan ve gerektiğinde değişebilen bir davranış biçimidir.

Ruhsal ve bedensel sağlığın korunması için de davranışlardaki denge son derece önemlidir. Kişinin ferdî ve ailevî yaşantısının düzenli olması, onu birçok sıkıntı ve stresten koruyacaktır. İnsanın kendisiyle ve toplumuyla barışık olması, gönül huzuru ve mutluluğun temel şartlarındandır. Bu da dengeli davranışlarla sağlanabilecek bir meziyettir.

Aşırılıklardan sakınma, dengeli davranışın asgarî şartlarındandır. Hayatın hiçbir safhasında aşırılığın yeri olmamalıdır. Aşırılıkların bulunduğu yerde, problemlerin de olması tabiîdir. Davranışların etki-tepki haline dönüşmesi o atmosferi yaşanmaz hale getirir. Bu anlamda Rabb’imiz, müşriklerin taptıklarına kötü söz söylemekten inananları men’ etmiştir. “

Onların Allah’tan başka yalvarıp sığındıkları (varlıklar)a sövmeyin ki onlar da kin ve cehaletten dolayı Allah’a sövmesinler: zira Biz her topluma kendi yaptıklarını güzel gösterdik. (Ama) zamanı geldiğinde onlar Rabblerine döneceklerdir: O zaman Allah onlara bütün yaptıklarını (en doğru şekilde) anlatacaktır.”[23] Burada kendi yaptıklarının güzel gösterilmesi; kişiye çocukluğundan itibaren benimsetilen ve yetişkinliğinde, sosyal çevresiyle paylaştığı inançların, doğru inançlar olarak kabullenileceği ve bunun insanın tabiatından kaynaklanması şeklinde anlaşılabilir. Sonuçta, bu inançlara yönelik bir eleştiri, çoğu zaman düşmanca bir psikolojik tepki doğurur.[24]

İnsanın makro davranışı ve ekolojik denge arasında da sıkı bir bağlantı vardır. Tabiat, insanın emrine amade kılınmıştır. Bizler, maalesef hafıza ve muhafaza gücünü yitirmiş bir toplumda yaşıyoruz. Modern zamanların ekolojik ve toplumsal bunalımları, insanın kontrolüne verilen unsurların yanlış kullanılmasından kaynaklanmaktadır.[25] Alemdeki her şey, insanlar tarafından yönetilmek için var edilmişlerdir. “Başınıza gelecek her felaket kendi ellerinizle yapıp-ettiklerinizin bir ürünü olacaktır.”[26] Etrafımızdaki olumsuzluklara bu çerçeveden bakabilmek, hataları görüp ibret alınması yönünden daha faydalı olacaktır. İnsanın dünyası, kendisinin ürünüdür; hayvanın çevresi ise tabiîdir. Bütün hal, tavır, davranış ve münasebetlerde aşırılık kınanmış; denge tavsiye edilmiştir.[27] Allah da kulların dünyada iken yaptıklarının karşılığını verme hususunda dengeli davranacak kimseye haksızlık ve zulüm yapılmayacağını haber vermektedir.[28]

Din, gerek zihniyet yönünden gerekse psikolojik ve ahlâkî yönden kendi içinde tutarlı ve dengeli, bütünleşmiş bir kişiliğin oluşmasında önemli bir etkiye sahiptir.[29] İnsanın kendini tanıma metodu, Kur’an’da Allah’ı tavsif eden “Evvel O’dur, Ahir O’dur, Zâhir (zuhurda olan) O’dur, Bâtın (kuvvede olan) O’dur”[30] ayetine dayanır.[31] Kendini bilmenin, tanımanın birçok boyutları vardır ve kendini tanıma devam eden bir süreçtir. ‘Kişi için, noksanını bilmek gibi irfan olmaz’ sözüyle, atalarımız bu sürecin zorluk ve önemini vurgulamıştır. Kendini tanımayan bir kimseyse, gerçek duygularının farkında olamaz. İnsanların kendi duygularını tanımada zorluk çektiği bir gerçektir. İnsan, kendi benlik kavramına uygun düşen davranışları benimser.[32]


[1]      Parlatır, Türkçe Sözlük, c.1, s. 554; Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, s. 28.

[2]      Bkz. Yanbastı,  Kişilik Kuramları, s. 171-257.

[3] Covey, The Seven Habits ,  s. 217; Gürbüz, Kur’ân’da Denge, s. 17, 172; Erdoğan, İşletmelerde Davranış, s. 51.

[4]      Güngör, İslâm Tasavvufunun Mes’eleleri, s. 163.

[5]      Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 40; Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 94.

[6]      Arvasî, İnsan ve İnsan Ötesi, s. 16, 24, 27.

[7]      Bkz. Yanbastı,  Kişilik Kuramları, s. 172.

[8]      Güngör, Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar, s. 39.

[9]      Kur’ân, Ra’d (13): 28.

[10]   Kur’ân, Furkân (25): 67.

[11]   Kur’ân, Bakara (2): 143; Tâhir b. Aşur, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Mısır, 1384, c.1, s 157.

[12]   Tirmizî, Sünen, Birr ve’s-Sıle, 60, c.2, hn.1997.

[13]   Yanbastı,  Kişilik Kuramları, s. 172-190.

[14]   Bkz. Cüceloğlu, Savaşçı, s. 51.

[15]   Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c.7, s. 255.

[16]   Kılıç, İnsan ve Ahlâk, s. XII.

[17]   Gürbüz, Kur’ân’da Denge, s. 173.

[18]   Kur’ân, Furkan (25): 67.              

[19] Kur’ân, İsrâ (17): 29; Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Elif Ofset, İstanbul, 1404/1984, c.2, s. 513

[20]   Bkz. Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, s. 19

[21]   Bkz. Cüceloğlu, Savaşçı, s. 114.

[22]   Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, s. 96.

[23]   Kur’ân, En’âm (6): 108.

[24]   Esed, Kur’ân Mesajı, s. 248.

[25]   Chittick, İslâm’ın Vizyonu, s. 201.

[26]   Kur’ân, Şûrâ (42): 30.

[27]   Kur’ân, Furkan (25): 67.

[28]   Kur’ân, Zilzal (99): 7-8; İsrâ (17): 71; Nisâ (4): 49, 77.

[29]   Koç,  “Kişilik ve Din ” Tabula Rasa , s. 95.

[30]   Kur’ân, Hadîd (57): 3.

[31]   Bilgiseven, Genel Sosyoloji, s. 52.

[32]   Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, s. 94; Yanbastı, Kişilik Kuramları, s. 257.

Bir yanıt yazın