Bir insanın davranışını ve o davranışın dayandığı referans sistemini değerlendirmek için zihniyet veya dünya görüşü tabiri kullanılmaktadır.[1] Kişinin dünya görüşü, davranışlarının şekillenmesinde önemli rol oynar. Çünkü insan davranışlarının çoğu, hayat anlayışı ve değerler tarafından yönetilir. Dünya görüşü ve değerler arasında sıkı bir ilişki vardır. İnsanın hayat tarzını ve davranışlarını belirleyen değerler bütünü, onun dünya görüşünü oluşturur. Değer; nesne ve olayların, insanca önemini belirleyen nitelik şeklinde tarif edilmektedir.[2] Değerler, insanın yapıp etmelerini yönetirler. İnsanın dile sahip, tarihsel bir varlık olması temeline dayanan bilim, sanat ve teknik başarılar bir bütün oluşturarak; insanın tabiatını, dünya görüşünü ve değer duygusunu meydana getirirler.[3] Değerler, ferdi ve sosyal hayatı şekillendiren, determine eden temel unsurlardır. Değerler sistemi, kişilere neyin yasaklandığını, neyin ödüllendirilip, neyin cezalandırıldığını söyler. Bir toplumda kullanılan ödül ve cezaların asıl temeli, değer sisteminde bulunur.[4] Hiçbir değere sahip olmayan bir toplum, en güçlü sosyal kontrol aracını da yitirmiş demektir. İnsan, tabiatı gereği; etrafında olup biten olay ve hadiselere, kabullendiği değerler açısından bakar. Toplumsal, dini ve sanatsal değerlerin insanda oluşmasında geçmiş tecrübelerin ve çevrenin etkisi büyüktür.[5] İnsan zihninin dirilik ve duruluğu, prensip ve değerlerin ahenk içinde olmasıyla gerçekleşebilir. Ancak, hayatın misyonunu, uygun ve doğru prensipleri belirleyecek olan yine kişinin kendisidir.[6]
Kişinin davranış münasebeti içinde bulunduğu kişi veya varlıklara karşı tutumu, onlar hakkındaki bilgi ve görgüleri içerir. İnsan dışındaki dünyayı nasıl değerlendiriyorsa, ona nasıl bir mana veriyorsa, davranışlarını da ona göre ayarlar.[7] Bu açıdan kılık kıyafet de dünya görüşünü yansıtması açısından önemli bir fonksiyon icra eder.[8] Yerine göre insanların kimlikleri ve kültürel bağlantılarıyla ilgili tahminler kılık kıyafete göre yapılmaktadır.
Herkes hayatta kendisine bir dünya görüşü ve rol tayin etmiş durumdadır. Bazı kimselere ise toplum ve çevre de farklı roller yükleyebilir. Rol, kişinin bulunduğu statü sınırları içerisinde, neyi yapabileceği, neyi yapamayacağı konusunda belirlenmiş davranışların toplamıdır. Bazı roller zamanla bireyin kişiliğinin bir bölümü haline gelebilir. Bu durum belirli olaylar karşısındaki kişinin tutum ve düşüncesini şekillendirir ve kişilik bu roller doğrultusunda oluşur. Bazen bu tür roller, bireyin dünya görüşüne de etki edebilir. Diğer rollerin bazıları da bu yapının sınırı içerisinde belirir.
İnsanların yaşadığı devire damgasını vuran; romanlar, filmler ve diğer kültür unsurları, toplumun davranışlarının yönlendirilmesi yönünden çok önemli bir fonksiyon icra ederler.[9]
Bazı roller ise, özel kişilik görünümü ister. Birey bu tür rolleri yerine getirirken, işinin gereği istenen kişiliğin davranışlarını ortaya koyar. Rolünü benimseyen ve rolüyle bütünleşen birey, rolünü daha etkin bir biçimde gerçekleştirecektir. Dolayısıyla, aynı statü seti içerisinde bile rollerin gerçekleşme biçimi farklı olabilecektir. Burada aynı anda birden fazla rolü gerçekleştirmek durumunda olan kişinin, rol gereklerinden birisine diğerlerine oranla daha fazla uyması şeklinde tanımlanabilecek rol çatışmasından da bahsetmek uygun olacaktır. Rol çatışması bireyin birden fazla rolü aynı anda üstlenmesi durumunda ortaya çıkabileceği gibi, birey rol uyumsuzluğu, kişinin rolü veya davranış düzlemini benimsememesi durumunda da ortaya çıkabilir.[10]
Her birimiz günlük hayatımızda birçok farklı role sahibizdir. İnsanlar, toplumdaki rollerine uygun şekilde davranırlar. İnsanın kendisine yakıştırdığı rol ve hedefler, kendisine bir şahsiyet kazandırır ve kendisine layık gördüğü misyon da onun yönünü belirler.[11]
Değer ve davranışları, yücelten değerler ve alçaltıcı davranışlar bağlamında ele aldığımızda karşımıza çarpıcı hususlar çıkar. Antropoloji bakımından değerler; yüksek değerler, araç değerler ve davranış değerleri olarak incelenebilmektedir. Bu değerlerin etkinlikleri şu şekilde ortaya koyulabilir: Bilgi, sevgi, doğruluk, hak, adalet, güven, inanma gibi yüksek değerler grubuna giren iyi yaklaşımlar genel olarak değişmezler. Yüksek değerler hayata geçirilmeden, insan onlar tarafından yönetilmeden hiçbir başarıya ulaşılamaz. Yani kişiyi olumlu yönde motive eden yüksek değerlerdir. İlgi ve çıkarın değerleri olan yarar, kuşku, haset ve kıskançlık gibi araç değerler; insanları birbirine bağlamaktan çok, birbirinden ayırırlar. Moda, zevk, alışkanlık gibi davranış değerleri ise, toplumun sosyal yapısını ve görgü kurallarını belirlemede etkindirler.[12]
Değerler meselesi, günümüz aydınlarının baş konusunu oluşturmaktadır.[13] Değer merkezli ve değerler hareket noktası alınarak ortaya koyulan tutum ve davranışlar, toplum için tartışmasız ve problemsiz kabul edilecek davranış kalıplarıdır.[14] Bu değerler insanın tutum ve davranışları için günlük hayatta çok özel bir yer ve öneme sahiptir. Çünkü değerler, insanlar üzerinde güçlü etkilere sahiptir.[15]
İnsan varlık yapısının ve manevi dünyasının anlaşılmasında değerlerin önemi büyüktür. Sürekli değişen bu dünya içinde, insanoğlu “değişmezler” oluşturarak, belirsizliği bir dereceye kadar gidermeye çalışır.[16] Yüksek duygu ve değerler, kendiliğinden alışkanlık haline gelmeyip belli bir çaba ve mücahedeyi gerektirirler.
Dünya görüşü, kişinin hayatı anlamlandırmasıyla ilişkili bir kavramdır.[17] Hayat anlayışı, düşünce ve davranışların belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Anlam arayışında ilk adım, kritik ve can alıcı soruları sorabilmektir. İkinci adım ise, soruların cevabını aramaktır.[18] Mesela, insan nedir? Hayatı ne için, nasıl yaşamalıdır? gibi sorular, bizi hayatı anlamanın özüne götürür.[19]
İnsanın hakikatini anlama ve hayata anlam kazandırma kişinin bütün hayatını kontrol altına alan bir dünya görüşünü belirleyecektir. Dünyayı asıl gaye gören insan ile, ahiretin tarlası olarak değerlendiren insanın tutum ve davranışları arasındaki farkı görüp anlamak zor olmasa gerektir. Düşünce ve kanaatler alanında ise din, insan hayatının anlamını ve hedefini düzenleyen bir sistem olarak hizmet verir. Fert, dinin hayata dönük yönüyle toplumda ait olduğu yeri bulur ve başkaları ile uyumlu bir iletişim kurar. Bu anlamda din, bireye ortak davranış ve tecrübe modelleri sunarak sosyalleşmesinde önemli bir rol oynar. Anlamlandırıcı bir sistem olarak din, bireye anlaşılması zor olaylar ve konular hususunda açıklama ve yorumlama referansları sunar. Böylelikle insan, cevabını bulmakta zorlandığı soruların zihninde netleşmesiyle, tutarlı bir dünya görüşü oluşturabilir. Cevabı bulunamayan sorular ise, insanı zor durumda bırakarak kararsızlaştırır ve dengesiz davranışlara sebebiyet verir.
İnsan şahsiyetinin en iç tabakalarına kadar nüfuz eden din; ferdin vicdanında, oradan hareketle günlük hayatında etkili olur. Bu sebeple bir dine inanan kişi, yepyeni bir dünya ve hayat görüşüne sahip olur; etrafındaki her şeyi o dinin kendisine telkin ettiği esaslara göre değerlendirir; yani her şeye onun özel gözlükleriyle bakar.[20] Bu durum, toplumsal bütünleşme için güzel bir altyapı oluşturabilir.
Görüş ve düşüncelerin istikrarsızlığı, insanın davranışlarının da istikrarsız olması neticesini verir.[21] Sağlam ve kişilikli bir davranış çizgisi tutturabilmek için, hayat anlayışının yeniden gözden geçirilmesi gerekebilir. Kişi, içinde bulunduğu durumların felsefî boyutlarını kavramadıkça hayatın anlamını bulamaz. Çünkü kişiler, kurdukları ilişki sayesinde kendilerini tanımlama fırsatı bulurlar.[22]
İnsanların dünyaya bakışları ve davranışları, sahip oldukları bilgi ve düşünce sistemleriyle yakından alakalıdır. Endüstri devrimi, aile yapısına bir alternatif getirmemekle beraber, aile üyeleri arasındaki bağların zayıflamasına sebep olmuştur.[23] Tarih, insanların ahlâk ve fazilet duygularının yükselişinde, kültür ve medeniyetin teşekkülünde, iktisadi-ticari faaliyetlerde, hulasa günlük hayatın her safhasında, din kadar derin rol oynamış bir kuvvet ve müesseseye şahit olmamıştır.[24]
Genel olarak din, özel olarak Kur’ân, insanlığa hayat ve kainat hakkında tutarlı ve bütüncül bir bakış açısı sunar.[25] Hayatı anlamsızlıktan kurtarma, insana yaşama neşe ve enerjisi verir. Yaşamı anlamsızlaşan kişilerin ise, hayatlarından zevk alıp huzur duymaları mümkün değildir. Huzur ve mutluluk arayan insanların, hayata anlam katma temel çabası olmalıdır. Bu noktada arayış içinde olan insan da değerlidir.
Hakikat, hayat ve davranışlara yön veren ve insanın önünü aydınlatan ışık olmak durumundadır. İçinde bulunulan sorunların ‘felsefî’ boyutları kavranmadıkça, hayatın anlamı bulanamaz ve incelenmemiş bir hayat, yaşamaya değmez. Olaylara bakış açısı çok önemlidir. Büyük resmi, geniş çerçeveyi çizemeyenler “ortamın gerçeklerini” kendi gerçekleri gibi algılamaya başlarlar.[26]
Eğer, hayatın istikameti belirsiz ve faydasız bilgiler üzerine kurulursa; bu yapı uzun süre devam edemeyecek, çok yönlü sarsıntılar, kişinin hayat dengesini bozacaktır. Çünkü, hayatın da kendi düzeni içinde bir mantığı vardır. Bu düzen, onu yaşatan değer ve tutumlarla bütünleşir; kendi sistemini zora sokanları ise tasfiye eder. Asıl bilgi, insanın ruh ve aklına yön veren bilgidir ve sonuçta, insanın dengeli kişiliğini oluşturacaktır. İnsanın kişiliğini oluşturan bilgi, ahlâkî ve manevî bilgidir. Sosyal bilimler alanında yürütülen hiçbir araştırma, değer hükümlerinden tam olarak bağımsız olamaz.
İslamî bakış açısından, Kur’ân’ı pratiğe aksettirerek somutlaştırmaya yönelik bir hayat anlayışı, bir sınırlama olmaktan uzaktır. Ancak Kur’an’ın Müslümanların karakteri haline gelmesi; düşünüş, duyuş ve davranış şekillerini belirlemesi için, onların Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e uymaları gerekir.[27] Kur’ân, dünya hayatını, ahirete endeksli olarak yaşamayı tavsiye ederken, dünyadan da gerektiği gibi istifade etme direktifini vermektedir.[28]
Davranışların nasıl olacağını önceden kestirmek oldukça güçtür. Bize bu konuda bir nebze değer sistemleri yardımcı olabilir. Çünkü, aklın olumlu yolda kullanılmasını temin eden insanın değerler sistemidir. Bu noktada utanma, günah, merhamet gibi duygular önemli rol oynarlar.[29] Utanma duygusundan mahrum olan insanda, ahlâki değerlere riayetsizlik baş gösterir. Bu hususta Rasülüllah Efendimiz’in “Hayâ etmediğin takdirde dilediğini yap”[30] mealindeki uyarısı son derece manidardır.
İnsan, inandığı gibi yaşamayacak olursa; yaşadığı gibi inanmaya başlar. Etrafını saran olumsuzlukların farkına varmaz, onları tabiî ve normal olarak algılamaya başlar. Müslüman dünya görüşünü kurup, olgunlaştırmayacak olursa; başkalarının dünya görüşü ve hayat tarzına göre yaşama durumunda kalır veya kendisini böylesi bir hayat içinde bulur. Müslüman’ın dünya görüşü, kuşatıcı, gerekli bütün hususlara ışık tutucu bir kapasitede olmalıdır. Bu kuşatıcı bilgi, imanın kontrolünde olmak durumundadır. Yani, imanla çelişen bir bilgi insanı imanın gerektirdiği şekilde dengeli davranmaya sevk edemez. Dolayısıyla, müslümanın dünya görüşü de imanın dinamiklerini göre belirlenmelidir. Günümüzde sıkça karşılaşılan bir hakikati anlatayım derken, bir başka hakikati çiğneme yanlışlığına düşmekten ancak böylesine kuşatıcı bir bilgi ve dünya görüşüne sahip olmakla kurtulmak mümkündür.
Dini bilimlerin bir alt branşı sayılabilecek din sosyolojisi; gruplara, gruplar içinde fertlerin nasıl davrandığına, dini grupların çatışmalarına bakmakta inanç farklarının doğrulukları veya yanlışlıklarını ispattan uzak bir şekilde inançla ilgilenmekte, dinin insana kazandırdığı dünya görüşünü tespit etmeye çalışmaktadır. Bu noktada dinden kaynaklanan gruplaşmalar ve özellikle din kaynaklı davranışlar ön plana çıkmaktadır.[31] Tek kaygı ve düşüncesi bu dünya hayatı olan kişinin tavrı ile, öteki dünyayı da düşünen; hatta onu mevcut hayatından daha fazla düşünen kişinin tavrını şu ayet gayet güzel açıklamaktadır: “İnsanlardan öylesi vardır ki, bu dünya hayatı hakkındaki görüşleri senin hoşuna gider; dahası, kalbindekilere Allah’ı şahit tutar, üstelik tartışmada son derece ustadır ve hasımların en yamanıdır.”[32] Niyetlerin bozulmasını engellemek için bu tip insanlara dikkat etmek gerekir. Yani bazı kimselerin yaldızlı sözleri, inançlarını hayata geçirmeye uğraşan kimselerin niyet ve çabalarına mani olmamalıdır. Nitekim cehennemin nefsin hoşuna gidecek şeylerle çevrili olduğu haber verilmektedir.
Ruhsal mekanizma, belli bir dünya görüşüne ve ilk çocukluk günlerinden beri sürüp gelen ideal bir davranış kalıbına göre belli bir gayeye yönelir.[33] Dışımızda bizi kuşatan çok boyutlu ve karmaşık bir evren vardır. Bu evreni olduğu gibi görebilmek, ona uyum sağlayabilmemiz için gereklidir. Bu dış realiteyi olduğu gibi algılayabilmek, onunla ilişkiyi devam ettirebilmek için önemlidir.[34] Bu da kişinin dünya görüşünü belirleyen unsurlar olacaktır.
İslam gibi bir derdi ve davası olanlar günümüzde olup biten hadiseleri iyi değerlendirmek suretiyle değer hükümlerini netleştirmelidirler. Aksi halde yeni olaylar ve yeni gerçekler karşısında gerekli yorumlar yapılamadığından, başkası olmak veya başkasını taklit etmek, bir noktadan sonra o toplumun helakini hazırlar. Özgün beyinlerin bulunmadığı bir toplum, ‘yeni’ olan hiçbir şeyi ortaya koyamayacağı gibi, ‘eski’ olanı da bugüne uyarlama becerisini de gösteremeyecektir.[35] Bu da, bu tür toplumlar için tehlike çanlarının çaldığını göstermeye yeterlidir.
Toplumun düzelmesi, ferdin düzelmesiyle mümkündür.[36] Çirkin hareket ve davranışların rahatça işlendiği toplumlar, fertlerin davranışlarının düzelmesi önünde ciddi bir engeldir. Sirayet ve örnekleme bu hususta kendini göstermektedir. İslâm Dini, iman, ahlâk ve ibâdet terbiyesiyle insanın din, tabiat ve toplum içindeki yerini ve görevlerini kesin olarak tayin etmiştir.[37] Dolayısıyla, müslüman içinde yaşadığı toplum ve dünyayı iyi analiz etmeli ve özden taviz vermeden yaşama stratejileri geliştirerek dünya hayatın en iyi şekilde ahiretin tarlası olarak değerlendirmelidir.
[1] Keskin, Kur’ân-ı Kerîm’de İnsan Tipolojileri, s. 2.
[2] Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, s. 54; Mikdat Yalçın, Devru’t-Terbiyeti’l-Ahlâkiyyeti’l-İslâmiyye, Daru’ş-Şurûg, Kahire, 1983, s. 7.
[3] Kur’ân, Bakara (2): 31; Rahman (55): 2; Alak (96): 4, 5.
[4] W.Mike Martin, Everyday Morality, California, 1995, s. 44.
[5] Cüsmânî, Ilmu’n-Nefs, s. 47, 48; Fichter, Sosyoloji Nedir? s. 135.
[6] Covey, The Seven Habits , s. 298, 304.
[7] Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, s. 25.
[8] Kösoğlu, Milli Kültür ve Kimlik, s. 25.
[9] Farıs, The Nature of Human Nature, s. 10.
[10] Erdoğan, İşletmelerde Davranış, s. 84-90.
[11] Covey, The Seven Habits , s, 135, 139.
[12] Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi, s. 102, 276, 277.
[13] Clyde Kluckhohn, Culture and Behavior, The Free Press, New York, 1965, s. 286.
[14] Smelser, Theory of Collective Behavior, s. 313.
[15] Edwin M. Schur, Labeling Deviant Behavior Its Sociological İmplications, Harper and Row Publishers, New York, 1971, s. 102.
[16] Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, s. 83.
[17] Myers, Kişilik, s. 23.
[18] Cüceloğlu, Savaşçı, s. 12-13.
[19] Fromm, Hayatı Sevmek, s. 279.
[20] Freyer, Din Sosyolojisi, s. 78; Er, Din Sosyolojisi, s. 189.
[21] Ahmed Ali, Sulûkü’l-İnsan, s. 237.
[22] Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, s. 27; Bkz. Cüceloğlu, Savaşçı, s. 16-32.
[23] G.B. Ribbens, Patterns of Behavior (A Comperative Sociology Text for the Critical Student), London, 1979, s. 44.
[24] Er, Din Sosyolojisi, s. 272.
[25] Çiftçi, İslamı Yeniden Düşünmek, s. 116.
[26] Bkz. Cüceloğlu, Savaşçı, s. 11.
[27] Kur’ân, Al-i İmran (3): 31.
[28] Kur’ân, Kasas (28): 77; “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”
[29] Bkz. Kılıç, İnsan ve Ahlâk, s. 4.
[30] Buharî, Edebu’l-Müfred, c.2, s. 52, hn:597.
[31] Sezen, İslâm Sosyolojisine Giriş, s. 28.
[32] Kur’ân, Bakara (2): 204.
[33] Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, s. 149.
[34] Bkz. Cüceloğlu, Savaşçı, s. 34.
[35] Soyalan, Kur’ân ve İnsan, s. 71, 72.
[36] Yalçın, Devru’t-Terbiye, s. 5
[37] Sezen, İslâm Sosyolojisine Giriş, s. 73.