SELAM

“Önce selam, sonra kelam.”

Selâmlaşma, günlük hayatta en çok yaptığımız işlerdendir. Bir dostumuzu, arkadaşımızı veya tanıdığımızı gördüğümüz zaman selamlaşırız. Selâmlaşma, karşılıklı olarak selâm vermektir.

Selâm; kelime olarak, emniyet, huzur, esenlik, barış, sağlık ve sağlamlık demektir. Bu anlamda, selâmlaşmak; insanların karşılıklı olarak birbirine sağlık, huzur, güven, barış ve esenlik dilemeleridir.

Selâmlaşma, insanları birbirine yaklaştıran ve kaynaştıran bir davranıştır. Birisine selâm verdiğimiz zaman, onun için en iyi dileklerimizi kısaca ifade etmiş oluruz. Selâm vermek, aynı zamanda, karşımızdakine güven vermek anlamına da gelir. Yani, selâm verdiğimiz insana dost olduğumuzu bildirmiş oluruz.

Selâm verme ve selâmlaşma, dinimizin öğütlediği davranışlardandır. Bu konuda şu ayetleri örnek verebiliriz: “Bir selam ile selamlandığınız zaman, ondan daha güzeli ile karşılık veriniz veya (verilen selamı) aynı şekliyle söyleyiniz… ” (Nisa sûresi, 86. ayet)

“Ey inananlar! Ev sahibinden izin istemedikçe ve onlara selam verip yakınlık sağlamadıkça başkalarının evine girmeyiniz… ” (Nur sûresi, 27. ayet)

Peygamberimiz de selamlaşmaya büyük önem vermiştir. Kendisine, İslâm’ın hangi hareketi daha hayırlıdır, diye sorulduğunda o: “Yemek yedirmek ve tanıdığın ve tanımadığın insanlara selam vermektir.” Buyurarak cevap vermiştir

Peygamberimiz, selamlaşmayı yaygınlaştırmayı öğütlemiştir. Hatta selam vermede yarışmayı tavsiye etmiş ve önce selam vermenin daha makbul olduğunu belirtmiştir. Onun şu sözü, selamlaşma kurallarından birine işaret etmektedir: “Hayvan üzerinde olan yaya yürüyene, yürüyen oturana, az olan çok olana selâm verir.”

Toplum hayatımızda selâm vermenin önemli yeri vardır. Evde, iş yerinde, okulda, çarşıda karşılaştığımız insanlara selâm veririz. Hatta karşılaştığımız bir tanıdığımız bize selâm vermese veya verdiğimiz selâmı almasa, üzülürüz. Onun bir derdi olup olmadığını yahut ona karşı bir hata yapıp yapmadığımızı düşünürüz.

Selâmlaşmada çeşitli ifadeler kullanılmaktadır. “Selamün aleyküm”, “Esselâmü aleyküm”, en çok kullanılan selâmlaşma sözleridir. Peygamberimizin tavsiye ettiği bu ifadelerin sonuna bazen “ Ve rahmetullâhi ve berakâtuhû” lafızları da eklenebilir. Bu lafızlar Kur’an’da geçtiği gibi, cennettekilerin birbirlerine söyledikleri ve Meleklerin onlara söyledikleri selam ifadeleridir. Bu ifadelerden sonra yaşanılan bölgelere göre geçerli olan farklı selamlaşma tabirleri kullanılabilir. Selamlaşmanın önemiyle ilgili güzel bir hadis şöyledir:  İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek iman etmiş olamazsınız. Size onu yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Selamı aranızda yaygınlaştırınız.”

Selamlaşma, iletişim ve konuşmanın başlangıcıdır. Her kültür de bir selamlaşma şekli vardır. “Selamün aleyküm” veya “Es-Selamü Aleyküm” ifadesiyle verilen selam islam’ın şiarı, yani ayırt edici özelliğidir. Bu açıdan, bu ifadelerle Müslüman olmayanı selamlamak caiz değildir.

Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Bir selam ile selamlandığınızda, siz de ondan daha güzeli ile selamlayın veya aynı île karşılık verin” (en-Nisa, 4/86.) Selam aynı zamanda Cenab-ı Hakkın doksan dokuz güzel isimlerinden birisidir.

Selam “Selâmunaleyküm” veya “es-selâmu aleyküm” şeklinde verilir, “ve aleykümüsselâm”, “aleyküm selam” gibi cümlelerle de alınır, karşılanır. Bu şekliyle selam, ümmetin şiarı olmuştur. Dünyanın neresinde bu selamı birisinden duysanız onun Müslüman olduğuna hükmedersiniz. Bu cümlelerle selamlaşanlar arasında bir sıcak ilişki kurulur. Selam başka dillere çevrilirse şiar özelliğini kaybeder.

1960’lı yıllarda, bugün Kur’ân için yürütülene benzer bir kampanya yürütülmüş, sokaklara “Arabın selamını bırak, Türk’ün günaydınını kullan” benzeri pankartlar asılmıştı. Hastalık âmili, bünyeyi zayıf bulduğu/zannettiği zaman derhal işine dönmekte, tahribatına devam etmektedir. Buradaki yanılgıyı bir alan araştırması değerinde ortaya koyan meşhur anekdota burada yer vermenin zamanıdır. Bu anekdot, Anadolu’dan hacca gidip dönen bazı vatandaşlardan defalarca duyulmuştur. Vatandaşlar şöyle diyorlar: “Bu arapların işine akıl ermiyor; selamı bizim gibi Türkçe alıp veriyorlar, namazı bizim gibi Türkçe kılıyorlar, Kur’ân’ı bizde olduğu gibi Türkçe okuyorlar, sıra konuşmaya gelince işi karıştırıyorlar, anlaşılmaz şeyler söylemeye; (yani Arapça konuşmaya) başlıyorlar”. Evet kendileri bir millete mensup bulundukları halde bir üst kültür olarak İslâm Ümmetine bağlı bulunan vatandaşlar, Arapça olduğu halde İslâmî şiar haline gelmiş bulunan selamı ve Kur’ân’ı duyduğunda onu Türkçe zannedecek/bilecek kadar onunla hemhal olmuşlardır (onu benimsemiş ve içselleştirmişlerdir). Darısı diğer vatandaşların başına!

Namazını bitirirken, selamla bitirir. İns, cin, melek, bütün şuurlu varlıklar, onun selamını alır. O, görmediği bu varlıklarla da selamlaşır. Mü’minin dışında hiç kimse, şimdiye kadar selamlaşmayı, bu denli yaygın hale getirmiş değildir.

Bir yanıt yazın