İnanmayan İnsan Tipi ve Davranışları

İnanmayan insan tipiyle birinci derecede kafirler kastedilmektedir. İman edilmesi gereken hususlardan birini veya hepsini inkâr edip yalanlayan ve bunu dil ile söyleyen kimse kâfirdir. Manevi yönünü görmezlikten gelerek kalbini iman ile bezemeyen insanlar, Allah katında manevi değerden mahrumdur. Bunlar, bazı geçici prensiplerle dünya hayatlarını düzene koyabilirler, fakat onların ahiretten bir nasipleri yoktur.[1] İnanmadan yapılan hareketler değersizdir ve ahlâkî değildir.[2] Bu tip inançsızlık, dinin insana yönelttiği emir ve isteklere bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır.[3] Toplumsal bir kurum olan din, bir inançlar ve ibadetler sistemi olduğuna göre, böyle bir sistemin inkârını ifade eden davranışlara dinsizlik (irreligious) denir.[4] Kâfir, davranışlarında hiçbir minnettarlık ifadesi taşımayan ve hatta yaratıcısına karşı isyankâr davranan kişidir.[5] İnsanın Yaratıcı’yı reddi olarak küfr, en tipik biçimde, küstah, hoyrat ve düşüncesizce çeşitli eylemlerde kendisini belli eder.[6]

Küfür, şirk, dalalet ve fasıklık da bireyin hakikate ulaşamamaktaki zihinsel yetersizliğinden değil kişinin iradi tavırlarından, tercih ve eğilimlerinden kaynaklanmaktadır. Gerek küfür ve dalalette gerekse iman ve salih amelde sadece hakikati tasdik edip etmemek hususundaki iradi tutum değil aynı zamanda davranış ve alışkanlıklarda önemli etkenlerdir. Çünkü, alışkanlıklar ve tutumlar, bireyin inanç ve ahlakıyla ilgili tercihleri üzerinde belirleyici rol oynar. Bunlar, kişiliğin unsurlarıdır ve bunların ne değiştirilmesi ne de birbiriyle ilişkilerinin kaldırılması kolay olmayacaktır. Yalnız eğilim, alışkanlık ve tutumlarla iktisadi tercih arasındaki ilişkinin niteliği değişebilir. Yani, ya akide yaşantıyı yada yaşantı akideyi şekillendirir, kendisine uydurur. Ancak durum nifak içinde geçerlidir. Ancak nifakta bir kişilik bölünmesi söz konusudur. Nifaktaki bu kişilik bölünmesi de yere ve ortama göre yer değiştiren ikili inancın yaşantıya yansıması ile ilgilidir. Bu olumsuzluk ve sapmalara karşı Kur’an insanı uyarır; sağlıklı bir benlik algılaması, iç kontrol ve bilincin derinleşmesi, hatta bilinçaltı oluşumları görmesi yolunda ona eşlik eder yardımcı olur ve yaradılışına en uygun yolu ona sunar. Kur’an’ın insana sunduğu ideali kavramak için, Kur’an’da olumlu olumsuz özellikleri ve dini ahlaki tutumları ile insan tasvirinin anlaşılması kaçınılmazdır. Kur’an, ütopik bir ideal değil, gerçek hayatta yerini bulacak bir ideal sunarken insan gerçeğinden yola çıkar. Gerçek bir psikoloji de insan gerçeğine dayanmalıdır. Bu bakımdan, Kur’an’da insanı insana anlatan ayetler belli prensipler olarak iyi kavranmalıdır. Diğer taraftan Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için insanın; insanın daha iyi değerlendirilmesi için de Kur’an’da insanın nitelikleri, dini, ahlaki tutum ve alışkanlıklarla ilgili verilerin üzerine eğilmek gerekir.

Allah’a zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde eş, ortak koşan, Allah’ın yanında başka ilahlar edinen kimse müşriktir. Kur’ân’da şirk ve müşriklerle alakalı dokuz yüze yakın ayet bulunmaktadır. Bunlardan en dikkat çekenleri, Yüce Allah’ın kendisine ortak koşulmasını affetmeyeceği, şirkin dışındaki günahları isterse affedebileceğini haber verdiği ayetlerdir.[7] Kâfir, uğradığı en ufak hasarı hâfızasında barındırdığı halde, yararlandığı tüm nimetleri unutarak küfran-ı nimette bulunur.[8] Rabb’imiz onların bu durumunu şöyle bildirmektedir. “İmana bedel inkârı tercih edenler, Allah’ın dinine hiçbir zarar veremezler, tersine onları şiddetli bir azap beklemektedir.”[9]

Çevresine sağlıklı bir zihin ile bakamayan bir insan olumlu, barışa ve huzura yönelik anlamlı bir eser ortaya koyamaz. Bu nedenle Kur’an, şirk pisliğine bulanmış bir zihni, değiştirilmesi ve mücadele edilmesi gerekli bir iş olarak ele almıştır. Aksi takdirde bu zihniyet, kirlenme ve fesadın yayılması yönünde daima iş başında olacaktır. İnsanın yeryüzünü imar vazifesinin bir boyutu da bu gibi olumsuzlukları tesirsiz hale getirme yönünde olmalıdır.

İyiliğe karşı çıkıp önlemek, kovuculuk etmek, aşırılık, çok yemin etmek, suç işlemek, zorbalık, kabalık, haşinlik, kötülük, soysuzluk inanmayanların temel özellikleri arasındadır.[10] İnanmayanlar, kötü davranış ve yaklaşımlarının neticelerini alacaklardır. Bir ayet-i kerimede bu hususta şöyle denilmektedir: “Eğer o ülkelerin ahalisi, inanmış ve Bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.”[11] Çoğu defa bu yalanlama onların sonu olmuştur.

Kur’an’ı dinlemeye tahammülsüzlük, inanmayanların önemli vasıflarındandır. Bu tahammülsüzlük, fiziki kulaklarla dinlemeye karşı olduğu gibi hükümlerinin tatbiki noktasında da olabilir. Bunlar, vahye kulak tıkayan kişilerdir. Başkalarının onunla kucaklaşıp barışık olmaları dahi onları rahatsız eder. Bu noktada engeller koymaya çalışırlar. Çünkü  inanmayanlar, haktan hoşlanmazlar. Hakkı kabullenememe ve taassup akan bir sel gibi iradeyi alıp götürür, insanın hakkı görüp kabullenmesini engeller. Eğer onlara faydalı olunamayacaksa; “Rabb’inden sana vahyolunana uy. O’ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.”[12] Ayetine göre hareket etmek gerekir.

İnanmayana veya inanmak istemeyene, hiçbir delil fayda vermez. Çünkü kâfirler, inançsızlıktan başka her şeyi reddederek geri çevirirler. Kâfirlerin bu durumunu şu ayet haber vermektedir. “Ama zalimler, inkârcılıktan başkasını kabullenmediler.”[13]

Alaya almak, inanmayanların ayırt edici vasıflarındandır. Ayrıca dine ve inananlara karşı önyargılı olarak haraket ederler. Yalanlar uydururarak Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak isterler. Bundan dolayı inananlar onları dost edinmemelidir.[14]

İnsanın inkâra sapmasının nedeni, fıtratından kaynaklanan değerleri gözardı ederek; nefsinin ona empoze ettiği kötülükler ve süflî hislere göre hareket etmesidir.[15] Allah, bazı insanların kalplerini, onların günahları ve kötü davranışlarından dolayı mühürlemektedir.[16] Şeytan, inanmayan insanların dostudur.[17] Rabb’imiz böyle kötü bir sonuçtan uzaklaştırmak için adeta gerçekleşmişçesine inançsızlığın neticelerini şu ayetle net bir şekilde ortaya koymaktadır. “İşte herkesin hesap defteri önüne koyuldu. Mücrimlerin defterlerindeki kayıtlardan korktuklarını ve şöyle dediklerini görürsün: Eyvah bize! Bu deftere de ne oluyor. Ne küçük komuş, ne büyük, yazılmadık şey bırakmamış! Böylece yaptıkları her şeyi yanlarında buldular. Şu kesin ki, Rabbin kimseye zulmetmez.”[18] Akıllı olduğunu düşünen insan, bu ayetlerden ibret alarak inadı ve küfran-ı nimeti bırakıp Allah’a teslim ve müslüman olmalıdır.


[1] Kur’ân, Şûrâ (42): 20.

[2] Sezen, İslâm Sosyolojisine Giriş, s. 88.

[3] Vergote,  Din, İnanç ve İnançsızlık, s. 33.

[4] Ülken, Sosyoloji Sözlüğü, s. 81.

[5] Kur’ân, Enâm (6): 148.

[6] Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, çev. Selâhattin Ayaz, Pınar Yayınları, İstanbul, 1991, s. 166.

[7] Kur’ân, Nisâ (4): 48,116.

[8] İzutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, s. 168.

[9] Kur’ân,  Âl-i İmrân (3): 177.

[10] Kur’ân, Kalem (68): 10-14.

[11] Kur’ân, A’raf (7): 96.

[12] Kur’ân, En’âm (6): 106.

[13] Kur’ân, İsrâ (17): 99.

[14] Bu noktada, “dostluk” ile “iletişim kurma” arasında fark olduğunu hatırlatmakta yarar görmekteyiz.

[15] Gölcük, Din ve Toplum, s. 40.

[16] Kur’ân, A’raf (7): 100.

[17] Kur’ân, A’raf (7): 27; Kehf (18): 50.

[18] Kur’ân, Kehf (18): 49.

Bir yanıt yazın